Eski Bir Gey Aktivist(Eylemci) ile Söyleşi:

İki Yıllık Takip Programı

Dr. Joseph Nicolosi

MichaelGlatz2.jpg

Michael Glatze ile ilk kez 2007 yılında, NARTH (www.narth.com) internet sitesinde yayınlanacak olan bir makale için görüşmüştüm. Gey eylemcilik hareketinin liderlerinden olan Michael, o yaşam tarzını terk ederek, gey hareketini reddetmesiyle tanındı. Eşcinsellik hayat değildir, “ben hayatı seçtim” diyordu.

Michael, kendisinin bu adım adım gerçekleşen değişimini birçok konuya borçlu olduğunu söylüyor. Bunlar; hemcins çekiminin ne anlama geldiğine dair anlayışındaki dönüşüm, kuvvetli bir spiritüellik(maneviyat), meditasyonun merkezî toparlama gücü ve bir de tatminkâr bir yaşamın, kendi biyolojik tasarımına paralel bir yaşam sürdürmekten geçtiğine dair olan inancı.    

Ekim 2009 tarihli bu son söyleşide Michael hayatındaki yenilenmeyi anlatıyor:

JN: Michael, son görüşmemizden bu yana tam iki yıl geçti. Söyler misin o günden bu yana yaşamında neler oldu?

MG: O günden bu yana ne oldu dersem, bakıyorum da hep kendimi röportaj/söyleşi ve içinden geçmekte olduğum süreci birileriyle paylaşıp durmakla meşgul halde buluyorum. Artık bu basının, medyanın dikkatlerinin üzerimde olmasından bıkmaya başladım.

JN: Hiç olumsuz anlamda dikkat çektiğin de oldu mu?

MG: (Gülüşmeler) E, tabi yani. Bu çok komikti; çünkü o ara, seçimler sırasında Sarah Palin’e yapılan saldırıdan sonra, gerçekten ona sempati duymaya başlamıştım. Çünkü aynısı bana da yapıldı. Sürekli sana vuruluyor olması, forumlarda, açık oturumlarda sizi hiç tanımayan insanların sizin hakkınızda konuşmaları…Kendimi başkalarına oranla esnek zannederdim, ama bu çok yıpratıcıydı.

Sonradan, çok hızlı hareket etmekte olduğuma karar verdim. Bir çok soruyu yanıtlıyordum, insanlar sürekli gelip, benim bir yerlerde konuşma yapmamı veya kurumlarını temsil etmemi, hatta daha otoriter bir üslupla konuşmamı bile istiyorlardı. Boğulmaya başlamıştım. Sonunda mola vermeye karar verdim ve bu arkadaşlara da, bir süre için geri çekilmeye ihtiyacım olduğunu söyledim. İşin bütün sinir bozucu, “medya girdabı” boyutu böyleyken, bir de benim, aynı derecede meşhur ve siyasi olan önceki bakış açımın tam tersi olan bakış açısını savunmak üzere ayağa kalkmamın verdiği stres yükü vardı.   

JN: Yaşamın şimdi nasıl?

MG: Yaşamım şimdi harika. Rocky dağlarında yaşıyorum ve oradaki bir inziva merkezinde çalışıyorum. Çok güzel gidiyor. Bir yıl kadar önce, karşıma, buraya gelme fırsatı çıkacağını rüyamda görsem inanmazdım diyebilirim.  Bu son iki yıl içinde yaşamımın, gittikçe daha fazla bir ferahlık ve sağlık getiren alanlarda gelişmeye başlamasından dolayı da kendimi şanslı sayıyorum.

JN: Yazacak mısın?

MG: Belki. Henüz hala kendimi dikkatli ya da tedbirli gibi hissediyorum. Ama aynı zamanda, her şeye dair daha sağlam bir anlayışa sahibim; tabi bu iki yıl öncesinde konuştuğum her şeyi de kapsıyor.

JN: Peki şimdi cinselliğine dair anlayışın nasıl?

MG: Önceden söylediğim her şey, şu an nasıl düşünüp hissetiğimi de olduğu gibi yansıtıyor. Hala, insanın temel bir cinselliği olduğuna ve bunun da heteroseksüellik olduğuna inanıyorum. Çünkü bu yaratılışımızı veya tasarlanmış halimizi yansıtıyor; fiziksel ya da cinsel düzeydeki hemcins ilişkileri son derece sorunlu. 

JN: Bunlar senin için nasıl sorunlu idi?

MG: İki yıl önce söylediklerime geri dönersek, hatırlayabilenler olsun hatırlayamayanlar olsun, onlara bol bol şehvet sorunundan bahsetmiştim. Sanırım ona bir şey daha ekleyebilirim; o tıpkı kaygan ve eğimli bir yüzey gibidir. Aslında, özü itibarıyla bir zincirleme reaksiyonun başlangıcıdır—hemcinse karşı ortaya çıkan cinsel ilgiye(temptation=günaha girme dürtüsüne) teslim olduğunuz anda, aslında hiçbir zaman doyurulamayacak olan bir doyum elde etme arzusunu uyandırır. 

JN: …hemcins aktivitesinde mi?

MG: Doğru.

JN: Biraz önce söylediğin bir noktaya dönmek istiyorum; doğal cinsellik ya da seks, heteroseksüel olandır; bunu inkâr etmek, gerçeği inkâr etmektir...

MG: Doğru. Heteroseksüellik doğal olanıdır; insanî, normal ve gerçek. Hemcins aktivitesi, onun içinde olan her iki taraf için de iyi değildir.  Gey eylemciler, hatta bütünüyle gey kültürü, ellerinde “sihirli bir değnekle” gözbağcılık/gerçeği karartma işi yapıyorlar; yani, insanların, gey seksinde aslında ne olup bittiğini görmelerini engelleyecek şekilde bin bir türlü, süslü püslü sözcük kullanıyorlar.

JN: Ne tür süslü püslü sözcükler kullanılıyor o kültürde?

MG: Aslına bakarsanız, son aylarda dikkatimi daha çok sağlıklı konulara vermeye çalıştığım için bununla pek ilgilenmedim. Birisinden duymuştum; “ dikkat nereye giderse enerji de oraya akar” diye. Dikkatimi bütün bu olumsuzluklara verdiğim sürece gerçekten hayal kırıklığı yaşıyorum.

JN: Bizler gibi bu kültür savaşının içinde olan herkese olan budur. Gerçekten de zehirleyici.

MG: Evet. Çok zehirleyici. Bazen Feysbuk’da bir tartışmaya katılacak oluyorum, fakat hemen urup bir adım geri çekiliyorum. Çünkü tekrardan onların oyun sahası içine düşüp onların sahte gerçeğine girmekte olduğumu görüyorum.

JN: Halâ meditasyon yapıyor musun?

MG: Şimdilerde çok fazla değil. Fakat bir aralar meditasyon benim için yardımcı bir araçtı.

JN: Her ne kadar artık pek fazla yapmıyorsan da belki, zihnini temizleyip, bilinçli olarak olumsuz düşüncelerden uzaklaşmayı getiren bir tutumu içselleştirmiş olabilirsin.

MG: Evet. Haklı olabilirsiniz.

JN: Ve de bir kere kendini o “farkında olma” haline getirmek üzere eğitmişsen, tekrar oraya dönüp kolayca beyin “gürültüsünden” arınabilirsin.

MG: Doğru olabilir. Belki bir anlamda, o meditatif durumu normal durumumun bir parçası haline getirmişimdir. Fakat benim için önemli olan, daha ziyade, meditasyon ile öğrendiklerim sayesinde gerçeği daha berrak görebilmekti.

JN: Bu makaleyi okuyan insanlar şöyle söyleyebilir, “Michael’in başardığına bakarak ben de kendim için bundan ne dersler çıkartabilirim?

MG: Dönüp 2007 yılına bakarsak, benim gey yaşam tarzını reddettiğim zamanlar, bu benim için “ciddi ciddi bir marifet” işiydi. İronik olarak, aslında tam tersine hiç de öyle “marifetlik” bir durum yok.

JN: Eşcinselliği bırakmayı mı kastediyorsun?

MG: Evet. Bir arkadaşım, “Çok fazla düşünüyorsun, bırak şu düşünmeyi” demişti.

JN: Peki, eşcinsel çekim ya da dürtüler açısından şimdi kendini nerede konumlandırıyorsun? Halâ geliyorlar mı, yoksa artık sorun değil mi?

MG: Artık sorun değil. Gelmiş olduğum noktada, gerçekten de o şekilde düşünmüyorum bile. Halâ aynı bedende ve aynı dünyada yaşıyorum. Fakat anlayışım şimdi farklı. Aynı şeyi üç-dört yıl önce adlandırdığım gibi adlandırmıyorum. Onların anlamları benim için değişti.

JN: Bana bir örnek verebilir misin?

MG: Diyelim ki, bir partideyim ve orada, işte bir çocuk oturuyor, dikkatinin kısmen üzerimde olduğunu fark ediyorum, benim de dikkattim kısmen onda. Diyelim ki bu bir kabadayılar partisi ve ben gidip ona “hadi gel bilek güreşi yapalım” diyorum.  Yapıyoruz ve kazanıyorum. Başkaları da yanımıza geliyor, vs. ve bütün bunlarda hiçbir cinsellik yok. Üç-dört yıl öncesinde böyle bir bilek güreşi yapsaydık şöyle düşünürdüm: “bu bir cinsellik mi ifade ediyor?” veya “bu çocuğu kıskandığım anlamına mı geliyor bu?” diye düşünürdüm. O zamana dek kıskançlık, hemcins aktivitesinden başka bir şeyle tatmin edilemezdi. Engelleri-öylesine bir çocuk karşısında hissettiğim rahatsızlığı-seks olmadan hiçbir zaman kıramayacağıma ikna olmuştum. Şöyle düşünürdüm: “Bu çocuğu tanıyabilmem imkânsız.” Onun erkeksiliği beni korkutur ya da bana karşı bir meydan okuma gibi olurdu; aslında “korkuturdu” demek daha uygun olur. İşte bu his, bu tür tensel ihtiyaçları ortaya çıkarmaya başlardı.

JN: Bu duygusal bir düzeyde korkuyu ortaya çıkartmış oldu.

MG: Ve sonra belki de zihnimi tamamen arzu aşamasının içine sokardım; yani, domine etme/baskın olma sorunu hakkında gidip gelme.

JN: O zaman şimdi aradaki fark olarak, öyle bir çocuğun, öyle bir durumda, artık sende o korkuyu uyandırmayacağını söyleyebilir misin?

MG: Evet. Korkuyu uyandırmıyor. Eskiden olduğunun aksine, erkeklerin tehdidi altında değilim.

JN:  Öyleyse bu, eşcinselliği çözmüş gözüküyor diyebilir miyiz?

MG: Kesinlikle—çünkü artık ihtiyaç yok, yapmaya gerek duyacağınız bir şey yok.

JN: Demek ki gerçekten de, erkek korkusu eşcinsel eylemi kışkırtıyor.

MG: Evet. Şimdi düşünüyorum da, burada tamamen dürüst olmaya çalışıyorum; aslında bu korku da değil, terör/şiddet. “Bunu yapamam. Anne yardım et—ben bu çocuğun yaptığını yapamam, ben onun gibi olamam”

JN: Öyleyse bir panik unsuru var mı?

MG: Bu tıpkı şöyle söylemek gibi: “Lütfen bana yardım et—kafam çok karışık, beni eline geçirmene ihtiyacım var. Bana sahip ol, çünkü ben kendime bakabilecek durumda değilim.”

JN: Kesinlikle. “Ben bunu halledemem, beni tehdit edenle başım dertte, bu çok fazla.” Peki, korku temel unsur olduğuna göre, onun hakkından nasıl geldin? Bu arada, bunu başka birçok erkekte de gördüğümü belirtmeliyim.

MG: Korkunun hakkından, üzerinde çalışarak ve dua ile geldim. Sanırım spritüel/manevi bir temel kesinlikle kritik önemde. Diğer geleneklerde yaşayanlar adına konuşmuş olmayayım, ama ben bir hristiyanım ve onu kabul etmekle, beni tanımlayacak veya beni kabul edecek hiçbir kimseye ihtiyacım yok.

Birkaç yıl geriye gidersek, sonunda gerçekten bir Tanrı’nın varlığını kabul ettim. Bu bilgiye dayanarak, diğer insanların beni kabul etmesine veya beni aralarına almalarına ihtiyaç duymaktan kurtuldum. Bu bana otonomi/kendi kaderimi tayin duygusu verdi. Bu ise diğer her şeyin yolunu açtı. Bu bir süreçti—birden oluveren bir şey değildi. Çeşitli araçlar ve teknikler vardı ve ben de onları arayıp buldum. Bunlardan biri de meditasyondur. Meditasyonda korkuya yönelik bir çok pratikler var; korkunuza dik durarak bakmak, korkunun içinden geçip gitmek gibi. Aslında içinden geçmeden(onunla yüzleşmeden) hiçbir yere varamazsınız. Çeşitli geleneklerdeki çeşitli gerçekler, hep aynı fikri seslendiriyor; bir savaşçı olmak, cesur olmak, iç bütünlüğe sahip olmak- bütünlüğün ne olduğunu bilerek. Korkuya dimdik bakın ve içinden geçip gitmeyi öğrenin.

JN: “ Gerçeğinizde kalarak, bütünlüğünüzde kalarak”

MG: Evet.

JN: Demek ki, en temel boy ölçüşme, korkunuzun kölesi olmamak. Müşterilerimde kullandığım bir teknik vardır; eğer bir müşterim bana “eşcinsel arzum vardı” veya “bir gey porno resmine baktım” derse, ben de ona şöyle diyorum: “tamam, o resmi zihninde tut, bedeninle kal, benimle de bağlantılı kal ve bil ki ben seninle beraberim. Şimdi, o gey görüntüyü tutmaya devam ederek, söyler misin bana, kendini tam olarak nasıl hissediyorsun?”  Gözlemim hep şu yönde oldu; müşteri bu hesaplaşma daveti üzerine çok fazla utanca giriyor, sıkılıyor, rahatsız oluyor. Fakat sonunda onu aşıyor. O anda görüntüyü canlandırdıklarında bir cinsel uyarılışa gireceklerdir. Fakat benimle bağlantılı kalabildiklerinde ve benim kendilerine karşı tamamen empatik olduğumu veya bu durumlarında onlarla birlik olduğumu bilmeleri sayesinde, sonunda seksüel his azalmaya başlar ve onun altında yatan başka derin bir his ortaya çıkar.

MG: Kesinlikle, bu çok dahice. Meditatif teknikte de aynı fikir geçerli; orada da oturup gerçekten acı veren bir şeyi deneyimliyorsunuz. Biraz uzun bir zaman alacaktır, ama eğer o hissi biraz tutarsanız sonradan o kendisini başka bir şeye dönüştürüyor. Bu tıpkı, öfke için söylenen bir söze benziyor; öfke üzüntüden doğar, zira bir kimse öfkeliyse, o sadece öfkeli değildir; onun altında yatan başka bir şey vardır. Bizi, zihnimizin berrak, sakin ve ölçülü halinden çıkartan herhangi bir şey—hırslandıran bir şey, kaçınılmaz olarak arkasında yatan başka bir nedenle zihnimizi bu hale getirmiştir.

JN: Şimdi, şu önceden söylemiş olduğun konuya dönersek; eşcinsel çekimin arkasında yatan korkudur demiştin: “ Bu çocuğun yaptığını ben yapamam, ben onun gibi olamam.” Bu, insanı, içindeki bir şeyin eksik olduğu fikrine geri götürmez mi? 

MG: Evet. Eşcinsel arzular ve heteroseksüel arzular—bunlar tamamen farklıdır. Eşcinsel arzular temelde şehvete dayanır.

Heteroseksüellik ile kendi var oluşunuzu bütünlük ve özgürlük duygusu içinde deneyimlersiniz; bunun içinde fiziksel var oluşunuz da vardır. Kişinin kendisi olması gibi bir özgürlüğü vardır; normal olmak—sürekli örtmeye çalıştığınız bir açığınız ile kavga halinde olmak zorunda kalmadığınız-sürekli hakkında bahaneler uydurmanız gereken bu olumsuz duyguların yaşanmıyor olması gibi. Kendi bedeninizde oturuyorsunuz ve onun sahibisiniz—bütün o harika, Tanrı lütfu, Tanrının yarattığı insan bedeni. Ve o bedende, başka bir erkek aracılığı ile telafi etmek zorunda olduğunuz bir yanlışlık yok. Fakat eğer hemcins ile seks eylemlerinde bulunuyorsanız, o zaman, her türlü mazeret yaratma ve durumu haklı çıkarma çalışmalarına başlamak zorundasınız; kendinize, bu doğru ve normal bir şeymiş gibi hissettirecek küçük hikayeler uydurmaya başlarsınız. Onların temellerini daha da kuvvetlendirmek ve gruptan haklılık teyidini de almak için, o hikayeleri başkalarıyla da paylaşırsınız. İşte gey kültürünü yaratan bütün süreç tam da böyledir.

JN: Demek ki şimdi bir yanın diyor ki; “geri dönüp bu konu üzerinde düşünmeyi istemiyorum-benim için çok olumsuz bir yer.” Fakat öbür yanın da sanki diyor ki; “bunu başkalarıyla paylaşmayı seviyorum, özellikle gençlerle. Çünkü çok şey öğrendim.”

MG: İsterim. Yardım edebilmeyi seve seve isterim. Sanırım şimdi, hemen hemen, bu konuyla ilgili savunmacı tutumumdan kurtulduğum bir noktadayım. İnsanlar bana kafa tutmaya başladıklarında, gerçekten hep incinip savunmaya geçerdim. Adeta çocuklaşıp şöyle düşünüyordum: “Allah kahretmesin, niye anlamıyorlar??” ve bu beni bir yere götürmedi. Daha bugün birisi yanıma gelip, “ Heey! Google’da senin ismini aradım” dedi. Birisinin çıkıp şöyle bir şey demesinden biraz korkar olmuştum: aslında bu kız bir seviciydi ve bu konuda benimle aynı fikirde olmamakla birlikte şöyle dedi: “Bak seni şunca zamandır tanıyorum ve sen hâla tanıdığım aynı kişi gibi gözüküyorsun” İşte böyle bir insani bağlantı yarattık ve bu her ikimizin de sorunlar hakkındaki farklı görüşlerimizi aşmamıza izin verdi.

JN: Mücadele içindeki gençlere yardımcı olabileceğini düşünüyor musun?

MG:…Sence olabilir miyim?

JN: Sanırım olursun.

MG: Seve seve yardımcı olurum. Sanırım bu da bir hesaplaşma olacak, çünkü gerçeği söylemek o kadar da zor değil.

JN: Gerçekten değil.

MG: Gerçeği söylemek için kendinden emin olmak bir şeydir. Fakat bütün o yanıltıcı yollarda saplanıp kalmamak için yeterince sabırlı da olmalısınız: bir noktayı kanıtlamak için çok fazla ısrarcı olmamak veya insanların bu noktayı kavrayıp kavramadıkları konusunu çok da merak etmemek…

JN: Dahası “kavramaları” için çok fazla uğraşamazsın da.

MG: O yönüyle biraz zor olabilir. Biliyorsun şu anki siyasi iklime ait çevrende bu seni yaralayabilir de. Bedel ödeyebilirsin.

JN: Michael, evlenmeyi düşünecek misin?

MG: Evet, evlenmek istiyorum. Bunun sanki önümüzdeki birkaç yıl içinde olabileceğini hissediyorum. Cinselliğin gücüne dair birinci elden öğrendiğim her şey ve gey yaşam tarzında yaşadığım zamanlardaki hayatım nedeniyle, oldukça fazla muhafazakârlaştım. Bir hiristiyanım ve kesinlikle evlenmeyi, durulmayı ve bir aile kurmayı istiyorum.

JN: Geri dönüp sana değişimi getirenin ne olduğuna bakarsak. Bu değişimin nasıl başladığını belirleyebilir misin?

MG: Dört beş yıl kadar önce bir noktada, bilinçli bir değişim yaptım. Bilgisayar ekranına şu kelimeleri yazdım: “Eşcinsellik ölümdür. Ben yaşamı seçiyorum.” Kelimenin tam anlamıyla, adeta dünyaya ilk defa gelmişim gibi hissettim. Doğmak, yumurtanın kabuğunu kırıp dışarı çıkmak gibi. Halâ arzu dürtüleri vardı. Sonradan olan çeşitli şeyler. Fakat değişim, yeni bir zeminin oluşmadığı bir noktaya kadar, çoktan gerçekleşmişti.

JN: Gerçeği görmüştün…”yeni bir zeminin oluşması” derken senin gerçek zemine sahip olman değil mi?

MG: Evet.

JN: Demek ki her ne kadar halâ arzu dürtüleri gelse de ve belki bazen hemcins seks eylemine girişsen de, bunu o bilinçli perspektiften yapıyordun. Bu da her şeyi değiştirdi. 

MG: Öyle oldu. Bir kere gerçekle yüz yüze gelince, “gerçeğe bakmayayım” diyemezsin.

JN: Doğru. Onu unutmaya çalışabilirsin ama çok uzun süre değil.

MG: Tekrar geri gidebilirsin. Tıpkı, herhangi bir kimsenin, herhangi bir bağımlılıktan kurtulmasındaki gibi. Her zaman bazı iniş çıkışlar olur, fakat kendi deneyimimden söyleyebilirim ki bir kere gerçeği gördüğünüzde kaçınılmaz olarak ilerlemeye başlıyorsunuz; daha fazla özgüvene, daha fazla sağlıklı bir insan olmaya doğru. Çok kötü ve çok yıkıcı fikirlerin etkisi altında yaşanmış bir hayattan adım adım kendinizi iyileştirerek çıkıyorsunuz.

JN: Bu da bir anlamda özet oluyor, değil mi?

MG: Evet.

JN: Çünkü bir kere gerçeği gördükten sonra, kendini birçok kötü fikirden kurtarabilecek olan bir yapı sistemine sahip olunuyor.

MG: Tıpkı, birisinin size nerede olabileceğinize dair bir görüş kazandırması gibi. Her ne kadar halâ, gürültülü patırtılı var oluşunuza saplanıp kalmış olsanız da, geçmiş halâ gelip duruyorsa da, acı dolu duygular, eski korkular ve yetersizlikler halâ geliyor olsalar da, artık birisi size nerede olabileceğinizi göstermiş bulunuyor. Ve siz buna artık sahipsiniz ve ona doğru gidiyorsunuz. İyileşme sürecinde yavaş yavaş ama sürekli ilerliyorsunuz.

JN: Müthiş değil mi?

MG: Müthiş.

JN: Müthiş olan bir başka şey de herkesin gerçeği görmemesi. Fakat bizim kültürümüz öylesine körleşmiş durumda ki ne zaman senin gibi birisi gerçeği gördüğünde, “Vaay!”  diyoruz.

MG: Evet. Ve de her ne kadar gerçeği sakin ve ölçülü bir sesle konuşmaya çalışıyor olsanız da,  bir dolu öfkeyi üzerinize çekiyorsunuz.

İşte inancımın yardım ettiği yer tam da burası. Çünkü beni Yaratanın beni gözettiğini ve koruduğunu biliyor olmanın verdiği bir his var-“bana bundan sonra ne olacaksa hiç fark etmez” gibi. Biliyorum, sonuç itibarıyla “zulüm görenler kutsanmıştır.” Bu bana, işte, bana ne olursa olsun fark etmez duygusunu kazandırıyor. Halâ kendim olmanın sevincini duyabiliyorum-günü yaşamak üzere sadece hayatta olmanın sevincini…